Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

16 Temmuz 2010 Cuma

48 Maçlık Yenilmezlik Serisi [1992 - 93 Sezonu Yazı Dizisi]

Beşiktaş'ın altın yılları hangileri desek yolu buraya düşen herkes hiç düşünmeden 1989-1992 yılları arası der. Bu dönem, blogumuzda da daimi resmi olan saygıdeğer Metin-Ali-Feyyaz üçlüsüyle anılsa da her biri tek tek değerli olan oyuncular(Recep Çetin dahil), yönetim kadrosu, alt yapı ve teknik ekibiyle önemli bir kadronun başarısıdır.

Efsane başkan Süleyman Seba'nın aceleci davranmayıp sabırlı, mantıklı hareket etmesi bugünlerin yaşanmasının en önemli faktörüdür. Sonradan Türk futbolunda birçok yıldız potansiyelin önünü kesse de Serpil Hamdi Tüzün hocanın kurduğu alt yapı sistemine efsane başkanın güvenmesi, onların gelişmesini beklemesi, gelmeyen şampiyonluklardan sonra kadroyu dağıtmaya kalkmaması çok önemlidir. Bu da futbolun içinden gelen, futbolu bilen adamın farkını ortaya koyar işte. Metin, Ali, Feyyaz, Rıza, Gökhan, Sergen, Mutlu hep bu alt yapının ürünüdür.
80'lerin başında Dorde Milic'le başlayan, 80'lerin ortasında Stankovic'in devam ettirdiği sarkık liberolu 4-4-2 sistemi 80'lerin sonunda Gordon Milne ile artık iyice oturmuştu. Gökhanın sarkık libero oynadığı, Recep, Ulvi ve Kadir'den oluşan efsane dörtlü savunma namağlup gelen şampiyonlukta ve sonrasında devam ettirilen yenilmezlik rekorunda çok önemliydi.

Savunma hattının önünde Atom Karınca Rıza, sağda önceleri Wilson daha sonra Sarı Fırtına Metin, ortada Şifo Mehmet, solda da Seba'nın askerlik arkadaşı olduğu iddia edilen Walsh'in oluşturduğu orta saha dinamizmini hiç kaybetmeden rakipleri sürklase edebiliyordu. Öyle ki "Walsh'in sol kanattan yaptığı ortalara Beşiktaşlı futbolcular hareketlenmez, top kendiliğinden bir siyah beyazlı formaya çarpıp ağları bulur" diye anlatılır. İleride de tabi ki efsane üçlünün ikisi Ali ve Feyyaz yer almaktadır.

İşte bu kadro 1990-91 sezonunun 26. haftasında Gençlerbirliği deplasmanından 2-0'lık yenilgiyle ayrıldıktan sonra inanılmaz bir istatistik yakalar. O sezon kalan haftalarda mağlubiyet almadığı gibi 1991-92 sezonunu da namağlup tamamlayarak hem tarihe geçer hem de yenilmezlik serisini 36 maça çıkarır. 1992-93 sezonunda da ilk 12 haftada sekiz galibiyet dört beraberlik alarak rekorunu 48 maça çıkarır. Aynı zamanlarda İtalya'da fırtına gibi esen Milan da Capello yönetiminde yenilmezlik rekorunu geliştirmeye çalışıyordu.

Diğer tarafta da Galatasaray; Mustafa Denizli'yi göndermiş, Almanya'dan getirdiği Feldkamp'la yeni bir yapılanma içine girmiş, Falko ve Stumpf'la Türkiye'de ilk defa tandem oynamaya çalışan, alt yapıdan çıkardığı futbolcularla iskelet oluşturmayı deneyen, tabiri caizse güzel manzaralı bir arazide neyin nasıl yapılacağına daha tam karar verilmemiş bir kaba inşaat görünümündeydi. 12 maçta yedi galibiyet, üç beraberlik ve iki mağlubiyet almış; ligdeki bu düşe kalka görüntüsüne rağmen Avrupa'da da Eintracht Frankfurt'u elemeyi başarmış hala tam güven vermeyen bir takımdı. Bir yandan da gazeteler sürekli Beşiktaş'la Milan'ın yenilmezlik rekorundaki kapışmasını yazıyor, kara kartalları daha da hırslandırıp maçı ilginç bir psikolojiye sokuyordu.

İşte böyle bir atmosferde gelindi 1992-93 sezonu 13. haftaya. Maç İnönü Stadyumundaydı ve favori Beşiktaş'tı. Bu stresli karşılaşmanın ilk golünü de Beşiktaş attı. Feyyaz'ın kaleci Hayrettin'i avlamasıyla beşiktaş 1-0 öne geçti. Bu golden sonra Recep kırmızı kart gördü ve 10 kişi kalan rakibi karşısında Galatasaray, Hakan Şükür'le skoru eşitledi. İkinci yarıda sarı kırmızılılar Tugay'ın ayağından bir gol daha buldu ve maç bu dakikadan sonra resmen tek kale oynandı. Bir hafta sonra trafik kazası geçirip futbol hayatına nokta koymak zorunda kalacak olan Muhammed'in de kırmızı kart görmesiyle Galatasaray da 10 kişi kaldı. Beşiktaş'ın mütemadiyen geliştirdiği ataklar arasında Galatasaray kontraataktan yakaladığı pozisyonla Hakan'ın ayağından bir gol daha buluyor ve hem maçı kazanıyor hem de ezeli rakibinin hevesini kursağında bırakıyor; siyah beyazlılar da rekor yolunda Milan'ı yalnız bırakıyordu.

Beşiktaş'ın efsane kadrosunun yakaladığı bu 48 maçlık yenilmezlik serisi halen dünyanın en uzun yenilmezlik serilerinde 8. sırada yer almaktadır. İşte efsane olmak da, tarihe geçmek de budur zaten. Bazılarının zannettiği gibi bir lig şampiyonluğuyla efsane olunmaz öyle. Bu kadro 1989-90'da şampiyon olduktan sonra biz olduk havalarına girip alemlere dalsaydı asla tarihe geçemezdi ve yıllar sonra da o yıllarda çocuk olan bir herif gelip büyük bir heyecanla onların hikayesini yazmazdı. Anlayana...

Burda Yıldız Yok Kardeşim!

G-Max denilen bir aletle saatte 200 km hızla,70 metre yüksekliğe fırlatılan kafası güzel 2 arkadaşın videosu. Son zamanlarda gülmekten karnıma ağrılar girmesine sebebiyet veriyor her izlediğimde, sizlerle paylaşmadan edemedim. Osman Abey :D



15 Temmuz 2010 Perşembe

1992 - 93 Sezonu Yazı Dizisi!

Bizim yeni yeni etrafımızda olan biteni anlamaya başladığımız, hayal meyal hatırladığımız yıllardı. Sonradan okuduklarımızla, izlediklerimizle tam olarak yerine oturdu her şey. 1992-93 sezonu birçok ilki içinde barındırmasıyla çok entresan bir sezon olmuştur Türkiye için. İlk devreyi Kocaelispor'un lider tamamlaması, Beşiktaş'ın 48 maçlık yenilmezlik rekoruyla Milan'ı zorlaması, Tanju'nun Fenerbahçe formasıyla bir maçta 6 gol atması, Falko-Stumpf ikilisiyle ilk defa tam anlamıyla tandemin Türkiye'de uygulanması, 8-0'lık Ankaragücü maçı, Gütschow, Madida, Gerson, ve daha başka önemli olaylar, kişiler, maçlar...

Bundan sonra her akşam bu saatlerde bu konulardan birini yazacağız. Hem biraz nostalji yapmış oluruz hem de hafızaları tazeleriz. İlk yazı yarın diyip kötü bir reklam jingle'ıyla tamamlıyayım postu :)

Alışamadıklarımız! #4 [Tayfun Korkut - Beşiktaş]

1995 yılında 21 yaşındayken Erol Bulut ile birlikte Türkiye'ye gelip kendilerinde klüp aramaya başlarlar. Önce Beşiktaş'ın kapısını çaldıkları söylenir. O dönemde Beşiktaş'ı çalıştıran Christoph Daum, Tayfun ve Erol'u beğenmediğini söyler ve şampiyonluk apoletinin sağladığı otoriteyle de transferlerine izin vermez. Genç futbolcuların ikinci adresi Fenerbahçe olur. Parreira bu genç adamları beğenir ve böylece Fenerbahçe kadrosuna katılırlar.

O sene gelen şampiyonlukta büyük payı vardır Tayfun'un. 2-2 sona eren Altay maçında son dakikada beraberliği getiren golü atar, maçtan sonra kaçan iki puan nedeniyle oluşan tepkilere cevap olarak başkan Ali Şen'in "Tayfun'un golü bize şampiyonluğu getirecek" şeklindeki açıklaması hafızalardadır.

Tayfun sürati, risksiz futbolu ve her mesafeden çektiği sert şutlarıyla hızla parlar. Aynı sene milli takıma kadar yükselir. Fatih Terim tarafından Türkiye'nin katıldığı ilk Avrupa şampiyonası olan Euro 96 kadrosunda da kendisine yer bulur. Derken ligimizde sözü geçen futbolculardan biri olmuştur artık Tayfun.

2000 yılında Avrupa şampiyonasından sonra Arif Erdem'le birlikte Toshack'ın La Liga'ya kazandırdığı futbolcular kervanına katılırlar; fakat adres Real Madrid değil Real Sociedad'dır. Arif Erdem aynı sezon geri dönerken, Tayfun 2003 yılına kadar klübün formasını giyerek Nihat Kahveci'ye de takım arkadaşlığı yapar. Hatta klüp tarafından kendisine ikinci kaptanlık bile teklif edilir; ancak Tayfun klübün küme düşmesi halinde Espanyol'a transfer olacağını söyleyerek bu teklifi kabul etmez.

2002-03 sezonu sonunda Sociedad'ın küme düşmesiyle Espanyol'a transfer olur. Burada da bir sezon top koşturduktan sonra sessiz sedasız Türkiye'ye döner ve yıllar önce kapısından çevrildiği Beşiktaş'a imza atar. Bu dönemde Daum'un Fenerbahçe'nin başında olması da ilginç bir ayrıntıdır!

Beşiktaş'ta iki sezon top koşturan Tayfun artık eski formundan çok uzaktadır. 2002 dünya kupası kadrosundan çıkartılmasıyla başlayan düşüşünün önüne burada da geçemez. Kayda değer bir şey yapamadığı siyah-beyazlı klüpten 2006 yılında ayrılarak Gençlerbirliği'ne transfer olur. Burada da 3 ay oynadıktan sonra aktif futbol yaşantısını noktalar. Beşiktaş'tan ayrılırken alacaklarını son kuruşuna kadar tahsil etmesi siyah beyazlı taraftarları kızdırır. Bu alacakların Galatasaray ile oynanan süper kupa maçının hasılatıyla tahsis edildiği söylenir.

Tayfun Korkut yıllar sonra yaptığı açıklamada Beşiktaş'a transferinin hata olduğunu, hiç de beklediği ortamı bulamadığını, kendisini Fenerbahçeli Tayfun olarak hissettiğini ve insanların da böyle düşünmesini istediğini söyler.

Tayfun Korkut'un Beşiktaş'a transferi diğer incelemelerimizin aksine parladığı klüp olan Fenerbahçe taraftarını kızdırmamıştır. Bunun nedeni olarak o dönemde Fenerbahçe'nin zaten Tayfun'la ilgilenmemesi, kariyerinde de büyük bir düşüşün içinde olması düşünülebilir.

Son olarak Tayfun Korkut'un şu anda Real Sociedad'ın 19 yaş altı takımında yardımcı antrenör olarak görev yaptığını söyleyerek yazımızı noktalayalım.

EKSELANSLARI ÇOCUĞU İLE TATİLDE...




Her ne kadar ATP'de 3. sıraya gerilemiş olsa da bambaşka bir adam ekselansları. Şimdi ki rakipleri tenisi ondan öğrendiklerini söylerken muhteşem bir tevazu ile rakiplerini alkışlayabilmek her babayiğidin harcı değil. Bu aralar anlaşılan dünya pek umrunda değil. Junior Federer ile tatil yapmak heralde onun için bir Wimbledon şampiyonluğu kadar değerli. Ne diyelim artık " Baba Büyüksün".

İnternetin En Hızlı Yükselen Gazetesi (!)

İnternet'in en hızlı yükselen gazetesi olduğunu iddia eden Vatan Gazetesi'nin internet sitesinden aldım bu resimleri. 2 yıldır hemen hemen her blogu okumaya çalışırım, böyle aptalca hata yapılanını görmedim.

Kardeşim karıştırılan başka ülkeler olsa anlarım da İngiltere'ye bakıyorsun Capello, Rooney, Ferdinand, Terry, Lampard,Gerarrd vs. var, nasıl bilmezsin bunun İngiltere olduğunu? Hadi karıştı diyelim, bir kontrol mercii yok mu orda? Uruguay'a bakıyorum resimde Dünya Kupası'nın Altın Top'unu almış olan Forlan, Fenerbahçe'nin ilgilendiğini iddia ettikleri Suarez ve 3 yıldır Türkiye'de, hem de Fenerbahçe'de olan Lugano var. Bu haberi yapan, foto galeriyi düzenleyen arkadaş futbolun hiç bilinmediği, Kanada tarzı bir ülkede yaşıyor olmalı. Zira futboldan bu kadar anlamayan bir Türk yoktur, varsa da gazetede çalıştırmazlar!

Guti Üzerinden Yeni Beşiktaş!

Beşiktaş uzun süredir beklendiği gibi Guti Hernandez'i getirdi. Şimdi her yerde Guti'nin geçen sene verdiği muhteşem topuk pası videosunu izleyeceğiz, güzel gollerinden derlemeler yapılacak ve tabi ki resimde gördüğümüz gibi sığ eleştiriler dinleyeceğiz.

Guti'nin Beşiktaş'a sağlayacaklarını yazalım biz yine bize yakışanı yaparak. Mustafa Denizli bas bas bağırdı 10,5 numara istiyorum diye ve Tabata alındı 8 milyon euro gibi uçuk bir fiyata. Tabata bildiğin 10 numaradır, hatta sadece küçük takımların 10 numarasıdır. Denizli bunu bilmiyor muydu? Adı gibi biliyordu, Denizli gibi kurt bir hoca bilmeyecek de Sergen bilecek öyle mi? Ama Yeteeeer Yıldırım Demirören Yeteeeer diye o kadar çok bağırdı ki Çarşı YD Tabata'yı bulunca mal bulmuş mağribi gibi sarılmak zorunda kaldı. Ve belki katkı da yapabilecek olan Tabata 8 milyon euronun ağırlığı altında ezildi, oynayamadı. Denizli de Tello'dan 10,5 numara yaratmaya çalıştı, başaramadı.

Şimdi Denizli gitti, Schuster geldi ve Beşiktaş 10,5 numaranın hasını aldı. Alınabilecek en iyi 10,5 numarayı aldı. Tabi ki Guti sadece paraya ve Beşiktaş'ın şanına gelmedi, Schuster'e geldi özellikle. Schuster Real Madrid'de gösterdiği başarılı ve güzel oyunu güzel adamlarla burda da deneyecek. Başarılı olur mu şimdiden söylemek zor ama başarısızlıkta suçu olmayacak adam Yıldırım Demirören olacak. Olası başarısızlıkta taraftarın yüklenemeyeceği adam başkan, çünkü her istediklerini getirdi. Tabi makul olanları, Robinho falan hayaldi herkes biliyordu zaten.
Şimdi önemli olan Schuster'in sahaya çıkaracağı 6 yabancı. Çift forvet oynattığını biliyoruz önceki takımlarında ama burda, bu oyuncularla çok zor. Bobo tamam ama yanında kim olacak? Raul gelecek diyorlar. Ferrari, Ernst, Q7, Hilbert, Bobo kesin çıkacak. Alınırsa Raul'u da koy oraya.
-----------------------------------Rüştü
--------------------Ekrem-Toraman-Ferrari-Üzülmez
--------------------------Q7-Guti-Ernst-İsmail
--------------------------------Raul-Bobo

Yabancılar tamam süper de yerliler vasat kalıyor. Ayrıca savunma da çok yumuşak oluyor. Bekler zaten güven vermezken orta sahada tek ön libero oynarsan değil Avrupa'da Türkiye'de bile iş yapamazsın. Hadi diyelim ki Raul gelmedi, tek forvet oynadın orta sahaya Necip'i koydun.

-----------------------------------Rüştü
----------------------Ekrem-Toraman-Ferrari-Üzülmez
---------------------------Q7-Necip-Ernst-Hilbert
------------------------------------Guti
------------------------------------Bobo

Bu sefer de hücum vasat oluyor. Bu durumda Beşiktaş Volkan-Ozan İpek-Sercan üçlüsünden birini almak zorunda. Hücumun 3 bölgesinden birinde (sağ açık,sol açık,forvet) kaliteli Türk oyuncu bulundurmak zorunda. Forveti muhteşem yedekleyebilecek Batuhan'ı yok pahasına verirken aklı nerdeydi Beşiktaş yönetiminin acaba?

Beşiktaş muhteşem bir kadro kuruyor ama altyapı sağlamıyorlar. Ellerinde 12 tane yabancı var. Sivok, Zapo, Tello, Holosko, Delgado ve Fink'ten şimdilik ikisini, eğer bir yabancı daha alacaklarsa 3'ünü yollayacaklar. Zapo, Tello ve Fink en makul görünenleri. Bunların 3'ünü kovar gibi gönderdikleri için hiçbirinden bonservis alamayacaklarını düşünüyorum ben, çünkü burda tok satıcı olma avantajları yok. Elden çıkarılmak zorunda olan adamlara da kimse gidip 1 milyondan fazla para vermez, Fenerbahçe bile. Ayrıca 2 kişiyi tribüne yollayacaklar ki bu adamların hepsi garanti para aldığından yatıp para almaya devam edecek. Ayrıca yeni transfer Hilbert'in veya bundan sonra alınacak yabancının kulübede oturması skandal olur. Yani Beşiktaş şimdi güzel duygular yaşarken ilerde bunların büyük sıkıntılara dönüşme durumu var.

Guti'nin özel hayatında sorunlar olduğuna dair konuşmalar yapan Yıldırım Demirören şimdi bu transferini överken ne diyecek, merakla bekliyorum. Basında çıkacak aptal haberlere tepki gösterince basın derse ki "Gelmeden sen de sallıyordun adama Başkan!" ne cevap verecek? Ayrıca hem taraftar hem yönetim şimdiden çıkacak sığ, gerizekalıca yorumlara hazırlıklı olmalı çünkü basınımızın seviyesizliği hepimizce malum. Guti'nin eşcinsel ya da biseksüel olması bizi neden ilgilendiriyor, neden büyük puntolarla atılan başlıklarda bunu belirtmek zorundalar bilemiyorum. Neden korkuyoruz ki bu tarz adamlardan, neden ürküyoruz, bizden uzak dursunlar istiyoruz. Şu üstteki başlığı atan arkadaşa lafım, beyinsizin önden koşanı Guti eşcinsel ya da biseksüel olabilir ama adam sana talip değil ki? Ha eğer beyinsizlerden hoşlanıyorsa senin kapını da çalabilir, çalsın zaten.

Neyse daha fazla sinirlenmeden postu bitireyim. Çok büyük transfer. Kim yapsaydı aynı şeyi söyleyecektim. Bu adamın bu ülke sınırlarına girmesi benim için çok güzel bir olay. Yıllardır imrenerek seyrettiğimiz bir adam daha artık ülkemizde, bizim bir takımımız için oynayacak. Gerizekalılara rağmen bunun keyfini çıkaralım, yapacağı 2 güzel hareketi dört gözle bekleyelim. Transferde emeği geçen herkese teşekkürler, darısı Galatasarayımın başına :)

Kurt Kocayınca!

Yıllarca Alman futbolunun övündüğü tek yıldız olma görevini başarıyla yürüttü Michael Ballack. Milli takımlar düzeyinde bir kupası yoksa bu adamın, tek sebebi kendi jenerasyonundan kendi seviyesinde başka adam çıkmamasıdır.

Şimdi ise çok güzel bir jenerasyon yakaladı Almanya. Ve Ballack da 33 yaşına geldi. Bir dünya kupası daha çıkarmayacağı kesin, avrupa kupası da şüpheli.. Boateng'in sakatlamasıyla kariyerindeki son dünya kupası şansını kaybetti ve bu turnuvada kaptanlık pazubandını Lahm taktı. Lahm'ın futbolculuğuna kimse laf edemez; ama "Kaptanlığı bırakmaya niyetim yok" tarzında açıklama yapması da hoş olmadı. Neticede karşısındaki adam hala Almanya'nın en kariyerli aktif futbolcusu. Hoş Ballack da cevabını vermiş ama Lahm'ın bu tavrı hoşuma gitmedi benim. Futbolculuk kariyerinde son dönemlerini yaşayan 2000'li yılların Alman efsanesi hakkında konuştuğunu unutmamalıydı.

Kararı Löw verecek tabi. Bu arada Chelsea ile sözleşme yenilemeyen yıldız futbolcu ilk şampiyonlar ligi finalini oynadığı Bayer Leverkusen'le iki yıllık sözleşme imzaladı, seneye kendisini tekrar Bundesliga'da izleyeceğiz.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Katarzyna Ewa Skowronska




Katarzyna Ewa Skowronska


Biliyorum bu transfer gerçekleşeli çok oldu ama vakit olmadı yazmaya,yoksa baştan beri Ewa'nın güzelliğinin farkındaydım. Fenerbahçe Acıbadem'in bu seneki maçlarını kaçırmam heralde, hazır Naz da ordayken. İstanbul'da yaşasam işi gücü bırakır F.Acıbadem'in peşinden salon salon koşardım heralde Galatasaraylı halimle, o derece güzel. Melekten 5 dakika sonra doğmuş yaw!

Emre Belözoğlu'na Haksız Sataşma!

Fenerbahçe'nin Belçika kampında antrenmanı izleyen bir taraftar Emre'ye sözlü olarak saldırıda bulunmuş ve Emre de adamla biraz tartışıp idmanı terk etmiş. Peki neymiş bu tartışma konusu: İdman sırasında taraftar, Emre'ye "Sen Galatasaraylısın. Seni sevmiyorum, zaten babanı da sevmezdim" diye bağırmış. Emre de cevap vermiş sonra idmana devam etmiş. Taraftar sözlü saldırılarına devam edince de kramponlarını fırlatıp sahayı terk etmiş.

Şimdi böyle düşünen Fenerbahçeli arkadaşlar varsa onları rahatlatmak için söylüyorum: Emre Galatasaraylı falan değil arkadaşlar. Hiçbir Galatasaray taraftarının odasında Emre'nin resmi, hafızasında da Emre'yle ilgili güzel şeyler yoktur artık, rahat olun..

Babasını niye karıştırmış onu ben de anlamadım, Süt Kardeşler'i izleyip gelmiş herhalde.

Mesut'tan Rot Balans Ayarı


Capello'nun kampa futbolcularının eşleri ve sevgililerinin gelmemesine yönelik tepki gösteren Rooney'in sözlerine "bizim" Mesut'tan ağır kapak gelmiş. Bu sözleri Mesut'a sorup ondan cevap bekleyen muhabirlerin, gazetecilerin dahi bu cevabı düşünebileceklerini sanmıyorum. Çok çok "niye sıkılıyormuş, biz çok eğleniyoruz ehi ehi :) " demesini beklerdim ben de olsam ama sadece sahada konuşturmuyormuş Mesut zekasını.

Wayne Rooney : Maçların arasında yapacak hiçbir şeyimiz yoktu. Sıkıntımızı gidermek için kampta dart ve snooker oynamaktan bıkmıştık.

Mesut Özil : Dünyadaki en büyük turnuvayı sıkıcı buluyorsanız ; belki de hiç burada olmamalıydınız.


13 Temmuz 2010 Salı

SÜRÜNDÜRDÜN BİZİ ÜRÜNDÜL!

2008 yılında "Messi çok iyi futbolcu", 2009 yılında da "Barcelona çok iyi takım" yorumlarıyla yılın en iyi spor yorumcusu ödülünü alan Ömer Üründül bu sene de "Fener'de işler iyi gitmiyor" yorumuyla bu ödülün en büyük adayı. (Zaytung)

2010 dünya kupasında Türkiye'de en çok tartışılan konulardan biri oldu Ömer Üründül meselesi. Aklıma takılanları bir yazayım dedim ben de:

-- Lahm çok zeki bir futbolcu (7 kere)

-- Yani bir Zanetti oynamaz mıydı orda (maç başına 5 kere)

-- Alves orda oynamaz asıl yeri sağ bek, tabi Maicon çok müthiş bir sezon geçirdiği için onu oynatıyor. (noktasına virgülüne aynı şekilde her maç ısrarla Alves'in aslında daha iyi olduğunu ima ediyor)

-- Juan da hiç sırıtmadı Lucio'nun yanında (oha lan adam Roma'da oynuyor, ilk defa mı seyrettin)

-- Eğer kaçırmasaydı gol oluyordu (!?!?!?!?!?!?)

-- Futbol çok enteresan bir oyun (her üç maçın ikisinde)

-- diğ mi? (mütemadiyen)

-- Bu zencilerde her şey var ama son hamleyi düşünemiyorlar. (çok tiksindirici bir ifade)

-- 35-40 metreden vuruyorlar yani iki tane güzel gol atacam diye bir sürü fırsat harcıyorlar, özellikle Ronaldo çok yapıyor bunu. (Portekiz - İspanya maçından itibaren kim uzaktan frikik denese kullandı bunu)

Dahası vardır tabi ama özellikle bunlar çok sinir etti beni dünya kupası boyunca. Eklemek isteyen varsa buyursun :)

Bir Zamanlar Gençtik


Resim 1993 -94 sezonunda Manchester United'i eledikten sonra, alınan şampiyonlar ligi plaketiyle çektirilmiş. İngiltere'deki maçta iki gol atan Arif niye yok anlamadım..

Kendi Çapımızda Scoutluk Yapıyoruz [3] // Andraz Kirm

Kendi çapımızda oyuncu araştırmaya, ülkemizde iş yapabilecek yabancıları araştırmaya devam ediyoruz. Slovenya'nın hemen hemen her maçında dikkat çeken Andraz Kirm'i tanıtacam. 3 maçta da sahadaydı Kirm ve orta sahadaki savaşçı yönüyle dikkat çekti.

Belki 3 büyüklerden biri alırsa bu yıldız patlaması sonrası mırın kırın edilir ama emin olun geri kalan 15 takımın da işine yarayabilecek bir oyuncu.Tabi ki bütçesi yetmeyecek birçok takım vardır ama Kayserispor, Bursaspor, Ankaragücü, Eskişehirspor gibi takımlarımızın bütçesi yetecektir bu transfere. Sosa, Dica, Leko, Insua, Vittek gibi isimlerin boy göstereceği ligimizde Kirm'i almak takımlarımız için çok zor olmayacaktır. Gelip 10 gol 10 asist yapmaz belki ama her takıma gereken savaşçı, takımı ileri itecek oyuncu olabilir.

26 yaşında olan ve 2009'da Wisla Krakow'a transfer olan futbolcunun bonservis bedeli transfermarket'te 2 milyon euro olarak gözüküyor.Tabi ki Dünya Kupası'nda gösterdiği performans değerini arttırmış olabilir ama alınamayacak futbolcu da değil.Orta sahada kesici rolünde olmasına rağmen iki ayağını da gayet iyi kullanabilen ve isabetli paslarıyla bilinen bir futbolcu.Ve mevkisine rağmen çok sık kart görmeyen ve takımını eksik bırakmayan bir oyuncu. Ara sıra ileri çıkarak takımı adına etkili şutlar çekebiliyor, senede 3-5 tane jeneriklik gol izletebilir bizlere. Özellikle Bursaspor'un çok işine yarayabileceğini düşünüyorum,keza Trabzonspor'un da.Trabzonspor'un Ceyhun,Colman,Selçuk gibi etkili orta saha oyuncuları var ama hepsi topla yaratıcı oyuncular. Yani Kirm gibi bir kesiciyle beraber çok daha etkili olabilirler.
Defansif yönünü çok beğendiğim Slovenya takımından birkaç oyuncu daha süzgecime takıldı ve ilerleyen zamanlarda onlar hakkında da bilgiler verecem

Alışamadıklarımız! #3 [Okan Buruk - Beşiktaş]

1992-93 sezonunda Feldkamp tarafından a takıma çıkarıldığında 19 yaşındaydı. TSYD kupasında herkesi adeta kendisine hayran bıraktı. Henüz futbolu bırakmamış olan Maradona'ya benzettiler bu ufak tefek adamı. Derken Trabzonsporla oynanan bir kupa maçında Soner Tolunguç tarafından iki ayağı birden kırıldı. Maçın hakemi Erman Toroğlu'nun pozisyondaki devam kararı, Soner'in iki sene sonra Galatasaray'a transfer olup Okan'la barışma pozları vermesi hala geyik konusudur.

Ayağının kırılmasından sonra futbol hayatı bitti diye bakılan bu adam, futbol sahalarında ender görülen biçimde toparlandı ve ilk 11'in değişmez isimlerinden biri oldu. Karşılaşmanın başlangıç düdüğünden bitiş düdüğüne kadar mütemadiyen koşuyor, pres yapıyor, kaptığı on toptan beşini geri kaptırıp sonra tekrar kazanıyordu. Evet tekniği çok iyi değildi ama mücadeleci ruhuyla taraftarın sevdiği futbolculardan biri oldu.

Galatasaray'ın altın yıllarında Emre ve Suat'la birlikte voltranı oluşturmuşlardı, o kadar iyilerdi ki Tugay'ın gözden çıkarılmasına sebep oldular ve taraftar o dönemde Tugay'ın satılmasına hiç kızmadı. Bu üçlüden ikisinin Galatasaray'a ihanet etmeleri de çok ilginç ve acı tabi..

Okan'ın kendisini yetiştiren kulübe ilk kazığı 2001 yılında oldu. Menajer Ahmet Bulut'un, ki bu adam da Galatasaray'da top oynamıştır, üstün becerisiyle Emre'nin yanında bonus olarak Inter'e bonservis bedeli olmadan imza attı bücür. Hatta üst üste beşinci şampiyonluğun gittiği Ankaragücü maçında sakatlanmamak için bilerek kırmızı kart gördüğü söylenir. Zamanında boş mukaveleye imza atan bu futbolcunun nasıl bu duruma geldiğini hala merak ediyorum.

Inter'de beklenildiği gibi kulübenin adamı olur Okan. Gerçi Türk medyasında bu durum 'İtalyanların öküzlüğü' olarak yorumlanır; ama Okan'ın ayaklarına hakim bir futbolcu olmadığı gerçeği orada ön plana çıkmıştır aslında. Galatasaray'da oynarken mücadeleci futboluyla bunu kapatıyordu, hatta bu sayede 'kaptırdığı topu geri kazanmaya çalışan futbolcular' sıralamasında da birinciliğe oynar, ama ecnebi memlekette bunun sökmediğini gördük. Tabi olaya Okan'ın tarafından bakarsak üç sezon hiçbir şey yapmadan dünyanın parasını kazanmak da hiç kötü bir durum değil.

2004 yılında üç yıllık mukavelesi bitti Okan'ın. Kendisiyle hem Galatasaray hem de Beşiktaş ilgileniyordu. Hatta Yıldırım Demirören'in seçim vaatlerinden biriydi. Derken bilindiği gibi 500bin$ daha fazla ücret veren Beşiktaş'a imza atar Okan ve Galatasaray'a ikinci kazığı da bu olur. Burada kalsa gene bir yere kadardır Galatasaray taraftarı için; ama üstüne bir de "Futbolu spor olsun diye oynamıyoruz" şeklinde açıklama yapınca taraftar için tamamen bitmiştir Okan. Forumlarda adeta savaş ilan edilir, tribünlerde "O KANSIZ" yazılı pankartlar görülür. Üstelik bu kazığın, sarı kırmızılıların 100. yılında atılması daha bir fenadır. Hoş Okan artık eski Okan gibi oynamıyordur; ama yine de kendi yetiştirdiği çocuğunun ihaneti gibi gelmiştir bu taraftara.

Okan'ın hikayesi diğerlerinden biraz daha ilginçtir. 2006 yılında Beşiktaş'la sözleşmesi bitince tekrar döner Galatasaray'a veya diğer bir deyişle ona tekrar kucak açan klüp Galatasaray olur. 'Galatasaraylı Okan' olduğu günlerdeki gibi boş mukaveleye imzalar atılır, "Okan yuvaya döndü" tarzı manşetler görülür. Ama taraftar bir daha asla eskisi gibi kabullenmez bücür futbolcuyu. Ve çoğunluğu kulübede geçen iki sezonun ardından İBB'ye transfer olur.

Okan Buruk'un hikayesi yukarıda da söylediğimiz gibi daha önce anlattığımız Revivo ve Feyyaz'dan biraz farklıdır. Bu iki futbolcu takımlarından adeta kovularak gönderilmiştir, Okan ise klübüne iki defa kazık attıktan sonra boşta kalınca tekrar klübü tarafından sahiplenilmiştir. Geçtiğimiz aylarda UEFA kupasını alan kadroyla birlikte Galatasaray klübünün üyesi de olmuştur; ama hala alisamiyen.net'de 19.10.1973'te doğduğu 13.05.2001 tarihinde de öldüğü yazar..

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Guiza Üzerinden Fenerbahçe Felsefesi

Euro 2008 şampiyonu İspanya kadrosu elemanı ve La Liga gol kralı apoletleriyle 14m€'ya geldi, 2010 yılında daha iki yıllık sözleşmesi varken Belçika kampına götürülmedi. Peki ne oldu bu iki senede de durum bu raddeye geldi. Tamam Fenerbahçe yönetimi bu oyuncuyu gözden çıkarmış olabilir ama takımla birlikte kampa götürmeme sebebi nedir? Misal 2002'de de Galatasaray Jardel'i gözden çıkarmıştı ama sezon öncesi kampa götürdü hatta Roma ile oynanan hazırlık maçında görücüye çıkardı. Bir oyuncu kampa dahi götürülmüyorsa başka problemler vardır veya bir klüple kesin olarak anlaşılmıştır yarın açıklanacaktır.

Gerçekten bu kadar kötü futbolcu mu Guiza? Yoksa suç biraz da saha dışında mı? Tribün, yönetim, basın... Hepsini kastediyorum saha dışı derken. Yani ne oldu da Bursaspor maçında adam iyi de oynarken ıslıklanıp zorla oyundan çıkarılmaya vardı durum? Ki o maç 2-0'dan döndü ve belki de o maçla Fenerbahçe şampiyonluğu kaçırdı.

Semih diyoruz. Peki neden Fenerbahçe'nin başına kim gelse Semih'i ilk 11'de düşünmüyor. Daum, Zico, Aragones ve yine Daum; hiçbirinin banko elemanı değildi Semih. Gol kralı olduğu sene dahi çoğunlukla yedek başladı maçlara. Euro 2008'de de Fatih Terim'in bankosu değildi, sakatlıklar vs. problemlerle Hırvatistan ve Almanya maçlarında ilk onbir başladı sadece. Hocalar tercih etmiyor ama tribün çok seviyor Semih'i. Acaba Semih mi fiştekliyor tribünü Guiza'ya karşı? Kendisini tanımıyorum ama böyle bir şey yapacağını da ummuyorum nedense, geçelim..

Aziz Yıldırım mı Guiza aleyhine yazılar çıkmasını sağlıyor, tribündeki
reis(!)lerine protesto emri veriyor acaba? Amacı ne peki, neden böyle bir şey yapsın ki? Eğer elden çıkarmak istiyorsa sezon başı 13.6m€ teklif etmişler, satmamış. Elden çıkarmak istese, hem de zarar etmeden değerlendirebileceği bir fırsattı. Demek ki elden çıkarmak istediği için değil. 13.6m'ya satmadığına göre kendisinden faydalanmayı düşündü o zaman. İnsan faydalanmak istediği oyuncusunun olumsuz etkileneceği şeyleri yaptırır mı, yaptırmaz! O zaman bu teori de çürüyor, geçelim..

Şimdi diyeceksiniz ki "birader bu adam oynamıyor, taraftar da haklı olarak protesto ediyor ne öküzün altında buzağı arıyorsun", doğru adam oynamıyor, sıçıyor hatta bazen. Ama tüm takımın döküldüğü Kadıköy'deki Arsenal maçı vardı, 2-5 bitmişti hani. O da Wenger'in efendiliğinden, Benitez'in takımı olsaydı bir şampiyonlar ligi rekoru daha görebilirdik. O derece kötüydü Fenerbahçe o maçta. Ve sahada bir şeyler yapmaya çalışan tek bir kişi vardı: Dabiel Guiza! Tek başına çıkarmamaya çalışıyordu Arsenal savunmasını, atılan uzun topları oyunda tutmaya çalışıyordu. Bir de gol attı. Hatta bir Galatasaray'lı olarak korkmuştum o maçtan sonra, "bu adam böyle giderse çok iyi işler yapar" diye. Demek ki adamla ilgilenilse, gereken edğer verilse oynayabilecek; oynamak istiyor adam. Ağlatıldığı Bursa maçında da iyiydi mesela..

Gerçekten çözemedim olay nasıl bu raddeye geldi, çok da merak ediyorum. Belki hiç öğrenemeyeceğim; ama uzun bir süre kafamı meşgul edecek bu sorular..

Şimdi Asamoah Gyan konuşuluyor Guiza'nın yerine. Evet Gyan faydalı olabilir Fenerbahçe'ye ve evet Fenerbahçe değerinden fazlasını ödeyip istese yarın alabilir Gyan'ı. Ve Gyan'ın oynayacağı futbol, takıma sağlayacağı katkı taraftarı tatmin edebilir; ama Aziz Yıldırım'ı tatmin eder mi? Ganalı forvet, Aziz Yıldırım'ı tatmin edecek kadar sansasyonel bir isim değil çünkü. Eğer başkan "evet bu adam takıma faydalı oluyor" diye düşünüp, Aykut'tan talep gelmediği takdirde bir transfer daha yapmazsa ne ala. Ama tatmin olmayıp gidip Shevchenko'yu (şimdi aklıma bu geldi) getirirse mesela sıçar batırır gene. Shevcenko zaten oynamaz, ama banko çıkar maçlara. Semih ve Gyan da yedek kulübesinde. İkinci yarıda girdikleri maçlarda kendilerini göstermeye çalışırlar, gösterirler de; ama sonraki maçta yine kulübede oturtturulurlar. Bir süre sonra "s.kime kadar, ben zaten alıyom paramı" diye düşünüp onlar da yatmaya başlarlar tabi.. İşte Guiza olayı da bu bence. Adam ne yapsa yaranamadı takıma. En sonunda "s.kerim çıkmıyom idmana midmana" demiştir tabi..

Şampiyon Katalunya'ya Kupayı İspanyol Casillas Getirdi!

Şu anda dünya üzerinde en iyi futbolu oynayan milli takım kupayı kazandı, analarının ak sütü gibi helal. Ancak olayı sadece final maçını baz alarak incelersek dünkü maçın hakkının bu olmadığını, İspanya'ya karşı duyduğum tüm sempatimin de gittiğini söyleyebilirim... Yine de futbolun adaleti ön plana çıktı, kupayı tek maçlık değil de genel olarak hak eden takım kazandı.

Maça İspanya hızlı başladı, Hollandalılar onbeşinci dakikaya kadar hangi maçı oynadıklarının farkında değillerdi. Derken maçı dengelediler. Hollanda savunmasının ara paslarındaki zaafını önlemek için savunmayı önde kurup İspanyolları ofsayta düşürmeyi denedi Marwijk ve bu düşüncesi de özellikle ilk yarı boyunca işe yaradı. Onun dışında ilk yarı boyunca İspanyollar top oynamaya çalıştı, Hollandalılar da heyecanlarından mı, maçın stresini kaldıramamalarından mı anlayamadığımız bir şekilde kasaplık yaptılar.

Devre arasında soyunma odalarında roller değişti. İkinci yarıda daha derli toplu bir Hollanda sahneye çıktı. Turnuva boyunca oynadıkları oyunu sahaya yansıtıp adam gibi savunma yapmaya başladılar, İspanyolların pas trafiğini engellemeye çalıştılar. Üstüne bir de Robben'le yakaladıkları, Casillas'ın kahramanlaştığı iki pozisyon İspanyolları strese soktu. Bu kez titreyen taraf İspanya oldu. Evet kupayı hak eden, daha iyi olan takım İspanya; ama bir maçın skoruna göre kupayı müzesine götüren takım da Hollanda olabilirdi. İşte bu stresi hissedince bütün çirkefliği ortaya çıktı İspanyolların. Özellikle mühteşem ikili Xavi ve Iniesta'nın çeneleri bir dakika durmadı. Evet ağır darbelere maruz kaldılar; ama bu onların ağır darbe aldıkları tek maç değildi. Bu denli hakeme itirazın, rakibe el uzatmamanın sebebi aldıkları darbelerden ziyade kupayı kaybetme korkusuydu. Tamam önemli bir durum, hatta bir futbolcu için neredeyse hayat memat meselesi; ama kupayı sizi en iyi takım yapan özelliğinizi ortaya koyup kazanmayı deneseydiniz, yani top oynayıp kazanmayı deneseydiniz, iyi futbola devam etseydiniz efsane olurdunuz. Hakeme itiraz falan bir yana Inıesta ve Xavi'nin kendilerini yere atmaya bile başlaması gözümdeki tüm İspanya imajını yerle bir etti. Demek ki büyüklük, efendilik zoru görene kadarmış. Peki Robben, Puyol'un açık seçik faul yaptığı pozisyonda kendini yere bıraksaydı ne olacaktı? Puyol kırmızıyı alacak Hollanda büyük avantaj elde edecekti. Ama Robben, Cruyff'a daha sadık kaldı, futbol oynamayı tercih etti, pozisyonu zorladı ve Casillas'a kaybetti. Şimdi benim gözüme Robben yüz kat daha iyidir Xaviesta'dan. Benim gibi düşünen de mutlaka vardır, belki sayısı azdır ama mutlaka vardır.

Velhasıl Hollanda on kişi kalınca İspanyolar tekrar özlerine dönüp futbol oynamaya başladılar. Casillas'ın uzatmaya götürdüğü maçı 116'da Iniesta'nın golüyle noktaladılar. Marwijk'in oyuncu değişiklikleri hatalıydı Bosque daha doğru tercihler yaptı, oyunu daha iyi yönlendirdi ve kupayı genel olarak hak eden taraf kazandı. Ama ne olursa olsun o 62. ile 109. dakikalar arasındaki çirkef İspanya'yı hiç unutmayacağım!

11 Temmuz 2010 Pazar

Weber Aldı Başını Gitti


Birileri Vettel’e bir ders vermeliydi. Ancak anlaşılan o ki Vettel kendi işini görmeyi seviyor. 2 senedir yok genç pilottur, yok çaylaktır, aman destekleyelim derken adam ne hale gelmiş. Evet bende desteklenmesi taraftarıyım da, pohpohlama ile destekleme arasındaki ince çizginin de farkında olunması gerekir. Bu hırs nedir kardeşim diye sorarlar adama, bir değil, iki değil.. Horner çıkıp boş yere biz pilotlar arasında ayrım yapmıyoruz demesin. Yarış sonunda Weber’in Horner’a cuk ettirdiği lafı hiç unutmayacağım.
……………
” İki numaralı bir pilot için hiç de fena değil”
……………
Her neyse bugün Weber’in günü, Vettel’in gereksiz hırsından ötürü lastiğini patlatarak yarışın Redbull için içine etmesi (bence içine etmesi), Weber’in zaferinin önüne geçmemeli. Ama anlaşılan o ki hiç kimse takım içindeki bu dengeyi konuşmadan duramıyor.
……………
Weber iyi bir çıkışla elde ettiği şansı iyi kullandı ve birinciliği hiç bırakmadan damalı bayrağı gördü.
……………..
Vettel çıkışta yaşadığı sorundan ötürü ilk turda pite girmek zorunda kaldı ancak yarışa da geçişleriyle keyif getiren pilotlardan biriydi. Pitten son sırada çıkıp son tura kadar üst sıraları kovalaması güzeldi ve en son Sutil’i de geçerek yarışı 7. bitirdi.
…………….
Hamilton kendi evinde olması ve önünde onun için çıldıran binlerce taraftarının olması nedeni ile ne yapacağını merak ettiğim pilotlardan biriydi. Vettel’in geriye düşmesi ile yakaladığı şansı iyi kullandı ve podyuma çıktı. Weber’in hızına ulaşabilecek durumda olsaydı biraz daha keyifli olabilirdi. Hızına yetişememiş olsa da bazı yarışlarda olduğu gibi Red Bull’un inanılmaz fark açmasına izin vermedi.
……………
Kendi evinde ve seyircisinin önünde yarışan bir diğer pilot Button’dı. Geçtiğimiz sezonun şampiyonu ünvanına yakışır bi yarış çıkardı ve 14. başladığı yarışı 4.bitirerek, biz seyircilere keyifli anlar yaşattı.
……………
Rosberg’e gelecek olursak istikrarlı sürüşünü devam ettirerek podyumdaki yerini alan üçüncü pilottu. Vettel’in lastiğinin patlaması, Alonso’nun pit cezası derken 3. oldu. Takım arkadaşı Schumacher ile karşılaştırılacak olursa ki schumi bir çok yarışın olduğu gibi bu yarışında fiyaskosuydu, sıralama turlarında ve yarışlarda 7-2 olan üstünlüğünü 8-2 ye taşıdı.
……………
Alonso’ da startta yer kaybedenlerdendi bugün. Bununla da kalmayıp Kubica’yı geçerken çizgileri aştı ve Kubica’ya yerini geri vermedi. Doğal olarak pitten geçme cezası aldı. Ayrıca son turlarda Liuzzi ile olan teması nedeni ile tekrar pite girmek zorunda kaldı. Geçen yarışta Hamilton’un cezasında olduğu gibi bu cezanın da zamanı tartışılıyor halen. Ancak Alonso yaptığı açıklamada olanları ve cezayı kabullendi. 3. başladığı yarışı 14. olarak bitirebildi. Videosu da burda.



……………
- İlk turlarda şanssızlık yaşayan bir diğer pilot Massa idi. Lastiği patladığından ötürü pite girmek zorunda kaldı.
- De la Rosa’nın aracından kopan parçaların start düzlüğünde kalması nedeniyle piste 28.turda güvenlik aracı girdi. Tabi bu durum bir çok stratejinin değişmesine neden oldu. 31. tura kadar yarış güvenlik aracının arkasında devam etti.
- Kubica aracıyla problem yaşadı.20. turda araç yavaşladı ve arkasından duman çıkmaya başladı.
- Yarışın en hızlı turunu 1:30.874 derecesiyle Alonso attı.
…………….




Britanya GP 2010 Yarış Sonucu:

1- Webber 2- Hamilton 3- Rosberg 4- Button 5- Barrichello 6- Kobayashi 7- Vettel 8- Sutil 9- Schumacher 10- Hulkenberg 11- Liuzzi 12- Buemi 13- Petrov 14- Alonso 15- Massa 16- Trulli 17- Kovalainen 18- Glock 19- Chandhok 20- Yamamoto
Yarış dışında kalanlar:
di Grassi, Alguersuari, Kubica, de la Rosa





Srebrenitsa Katliamı'nı Unutma


Srebrenitsa Katliamı'nın 15.yılı bugün. Dualarla,ağıtlarla anıldı şehitler. Unutmadık,unutturmayacağız.

Bu katliamla ilgili güzel bir kitap Leyla,tavsiye ederim.
Ayrıca güzel bir bilgilendirme yazısı için burdan buyrun.


Red Bull İlk Çizgide...


Dün izlediğimiz sıralama turlarında bir daha gördük ki bu adamlar, bu sene, kaza bela yoksa zor geçilirler. Ancak seneye bu denli etkili olacaklarını tahmin etmiyorum. Bu sene birçok takım mağlubiyeti kabul etmiş gibi görünüyor. Transferler konuşuluyor, yeni araçları tartışılıyor. Benim en çok merak ettiğim ise önümüzdeki yıl kuraldaki hangi boşluklardan yararlanılarak ne tür artılar sağlanmaya çalışılacak.
.......................
Sezon başından beri konuşuluyordu aslında Silverstone pistinin tam Redbullara göre bir pist olduğu. Nitekim göründüğü üzere rahat bi şekilde ön sıraya yerleştiler. Her ne kadar Vettel kardeşimiz göründüğü kadar kolay olmadı dese de, onun için asıl zorluk yarışta karşılaşacağı olacak. Çünkü bu takımın pilotları yarışacak pek kimseler bulamayınca, heralde bizim gibi izleyicileri biraz olsun eğlendirmek için, birbirleri ile hafif şapşalca bir yarışa giriyorlar. Evet ne yazık ki Redbull'un adını duyunca aklıma ilk gelen 2010 Türkiye GP si oluyor. Bizim için güzel reklam oldu aslında. O günden beridir de sular durulmuyor takımda. Şimdi de yeniden pilot kayırma tartışmaları yapılmaya başlandı. yeni ön kanadın Vettel ile denenmesi Weber'i kızdırmıştır muhtemelen. Beklemeye geçtik bakalım ne olacak??
........................
Dünkü sıralama turlarının başlarında hava 24 pist 34 dereceydi. Rüzgar ise 8.2 m/sn ile şiddetini gösteriyordu.
.........................
Geçen senenin şampiyonu Button'ın Q2 de elenmesi ise şaşırtıcı idi. Hamilton sıralama turlarında üst üste 6. defa Button'ı geride bırakıyor. Tribünleri çılgına çeviren McLaren araçlarının ve pilotlarının dünkü performansı, desteklemeye gelen taraftarlar için tatmin edici değildi ancak bu durumun da geçerli olabilecek bir nedeni var. Beslemeli difüzör kullanmak üzere gelmişlerdi Silverstone'a. Ancak randımanlı bir şekilde çalıştıramadıklarından ötürü planlarını gerçekleştiremediler. Rivayete göre bu beslemeli aparat tur başına 0.4 , 0.5 saniye kazandırıyormuş ki bu iyi bir avantaj.
...........................
Alonso ve Massa ile Ferrari'ye bakacak olursak eğer, takımın İspanyol tarafının daha mücadeleci olduğunu görüyoruz. Gridde 3. cepten çıkacak olan Alonso, Redbull'ların arasına girmeyi başarırsa çok keyifli bir yarış izleyeceğimiz kesin. Massa ise 7.cepten başlayarak tırmanmaya çalışacak. Hafta içinde kendisine yöneltilen "kazadan sonra kendine gelemedi" eleştirisine alakası yok diye cevap verdi. Benim düşüncem ise şu ki; Alonso gittiği bütün takımlarda takım arkadaşını yiyerek güçlenmeye çalışıyor ki, bu takımda da böyle oluyor.
.............................
Gelgelelim Mercedes'e... Bu takımda yolunda gitmeyen bişeler var ama bi türlü çözemiyorum. Bazen küçük kıpırdanmalar oluyor. Seviniyorum öyle olunca ancak sonu gelmiyor. Rosberg Schumi'den daha istikrarlı bir tablo çiziyor. Zaten Schumi de 2011'e odaklanmaya başladığını söyledi hafta içinde. Q3'ün en kötüsü oldu Schumi. Rosberg ise 5. cepten start alacak.
Bekleyelim ve yarışı görelim...
Related Posts with Thumbnails